ANITKABİR HAKKINDA BİLGİLER

ANITKABİR HAKKINDA BİLGİLER

(Yazan : Erol  METE  – Emekli Piyade Albay – Anıtkabir Eski Komutanı)

ATATÜRK’ün ölümünden sonra; ona yakışır bir anıt – mezar yapılması için uluslar arası bir proje yarışması açılmış, yerli ve yabancı 47 projeden Prof. Dr. Emin ONAT ve Doç. Dr. Orhan ARDA’nın projeleri birinci seçilmiş ve uygulanmıştır.

  • ANITKABİR’in inşa yerinin seçiminde, Türk Bayrağının şeklinden esinlenilmiştir. ANKARA’nın doğu, kuzey ve güneyindeki dağlar; bir hilal şeklindedir. ANKARA’nın ortasında bulunan Rasat Tepe  tek yükseltidir ve bayrağımızdaki yıldızın konumundadır. Mecazi anlamda; ATATÜRK,  yıldıza defnedilmiştir.
  • ANITKABİR’in inşaatına 09 Ekim 1944 yılında başlanmış ve dokuz yılda tamamlanmıştır. ATATÜRK’ün naaşı, tam 15 yıl sonra; Etnografya Müzesinden alınıp ANITKABİR’e defnedilmiştir.
  • ANITKABİR’in bulunduğu alan; 750 bin metrekaredir. 120 bin metrekarelik alanda, Anıt Bloku bulunmaktadır. Diğer alan; Barış Parkı, ATATÜRK’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” özdeyişinden ilham alınarak oluşturulmuştur. Barış Parkında; Dünya’nın 25 ülkesinden ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden getirilen ağaçlar ve bitkiler bulunmaktadır.
  • Aslanlı  Yol’un uzunluğu 262 metredir. Girişte sol tarafta bulunan Erkek Heykel Grubu’nda;” Türk Askeri, Türk Gençliği ve Aydını, Türk Köylüsü” temsil edilmektedir. Sağ taraftaki Kadın Heykel Grubunda ise; ATATÜRK’ün ölümüne üzülen ve rahmet dileyen kadınlar vardır. İki kadının tuttuğu Başaklı Çelenk ise “Anadolu’nun Bereketli Topraklarını” simgelemektedir.
  • Aslanlı  Yol’un altında; 2.250 metrekarelik bir galeri bulunmaktadır.Erkek Heykel Grubunun yanındaki bir kapak açılarak aşağıya inilir . Bu alan, tesis yapmaya müsait olmayıp doğal haliyle korunmaktadır.
  • Aslanlı  Yol’un her iki tarafında 24 aslan heykeli vardır. Hititler’in aslan tasvirine uygun olan bu heykeller, Orta Asya’dan göç eden 24 Oğuz Türk Boyu’nu temsil ederler. Aslanların duruşu sakindir ancak; bir tehdit anında her an ileri atılmaya hazır vaziyettedir.
  • Aslanlı Yol’da ilerlerken şehrin görüntüsünden etkilenilmesin diye her iki yana Virginia Ardıçları dikilmiştir. Yerdeki karo taşları da 5’er cm. boşluk bırakılarak yerleştirilmiştir. Bu da, ATA’nın huzuruna giderken başımız eğik yürümemizi sağlamak içindir.
  • ANITKABİR’de toplam 10 kule vardır.

Hürriyet

İstiklal

Mehmetçik

Zafer

Barış

23 Nisan

Misak-ı Milli

Cumhuriyet

İnkılap

Müdafa-i Hukuk

Anlamı: Sırasıyla, hürriyet ve istiklalimizi istedik, Mehmetçiği de yanımıza alarak,  zaferler kazandık ve barışı ilan ettik, TBMM’ni kurduk, ulusal  sınırlarımızı belirledik, Cumhuriyeti ilan ettik, inkılapları yaptık, uluslar arası hukuk mücadelemizi verdik.

Meydandaki traverten taşlı döşemeler, Türk Kilim Motiflerinden esinlenerek yapılmıştır. Anıtlar Yüksek Kurulundan izin alınmadan bir taş bile yerinden oynatılamaz.

Mozole’ye çıkış merdivenlerinin solunda bulunan rölyef, Sakarya Meydan Muharebesini; sağında bulunan rölyef ise Baş Komutanlık Meydan Muharebesini (Büyük Taarruzu) simgelemektedir.

Mozole’deki sembolik lahit taşı; Osmaniye’den getirilmiştir. Kırmızı, tek parça mermer olup 40 ton ağırlığındadır. Gerçek mezar odası, lahit taşının 7 m. altındadır.

ANITKABİR Müze Bölümü; 1960 yılında açılmıştır. 2002 yılında yapılan çalışmalarla bugünkü halini almıştır. Müzedeki savaş panoramaları, Rus ve Azeri sanatçılar tarafından yapılmıştır. Rus Albay Sergiyev (Putin’in de akrabası) ve ekibi bu çalışmaları yapmışlardır.

2 nci Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün Mezarı, lahit taşının 7 m. altındadır. Mezar odasının yanında kişisel eşyalarının ve kendisine verilen hediyelerin sergilendiği küçük bir müze vardır. Ölüm yıl dönümünde, ailesinden izin alınarak ziyarete açılmaktadır. 26.04.2024

Leave a comment »

YOK EDİLEN MİLLİ EGEMENLİK

YOK EDİLEN MİLLİ EGEMENLİK

23 Nisan 1920, Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği bu tarihten, 23 Nisan 2024 ye geldiğimiz 104 ncü yılda bizlere bu günleri armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve şehitlerimizi şükran ve rahmetle anarken 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı sevgi ve saygıyla kutluyorum.

Bayram kutlamaları etkinlikleri çerçevesinde hazırlanan programları incelediğimde, reklam panolarına göz attığımda bu bayramda öne çıkarılan öğenin Çocuk ve çocuk bayramı olduğunu, deyim yerinde ise Egemenlik kavramının yok sayıldığını gördüm. Hâlbuki çocuklarımızın geleceği Ulusal Egemenliğin uygulanması ile güvence altına alınacaktır ve içinde bulunduğumuz süreçte ise bu ilke yok sayılmaktadır…

Hâkimiyet yani Egemenlik sözlük anlamı ile “bir toprak parçası ya da mekân üzerindeki kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudretidir” Milli Egemenlik ise “Egemenliğin, yani devleti kuran, yöneten en üst gücün, kişilere veya belli zümrelere değil, doğrudan doğruya millete ait olmasıdır.” “Halkın kendi kendini yönetmesi, kendisini ilgilendiren kararları doğrudan ya da temsilcileri aracılığıyla kendisinin alması demektir.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çeşitli söylevlerinde dile getirdiği ve vazgeçilmez bir hak olarak gördüğü Kurtuluş savaşı ve devrime giden yolda öncelikli ilkesi olan Milli Egemenlik kavramı ilk defa 1921 Anayasasında (Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu) yer almıştır. “Madde 1- Hâkimiyet bilâ kaydü şart (kayıtsız şartsız) milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir (dayanır)”

1924 Anayasasında (Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu) ise Egemenlik 3ncü maddede “Hâkimiyet bilâ kaydü şart (kayıtsız şartsız) milletindir.”  denilirken bu yetki 4ncü madde de “TBMM, Milletin yegâne ve hakiki mümessili olup Millet namına hakkı ve hâkimiyeti istimal eder” (Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.”) hükmü ile TBMM ne devredilmiştir.

1961 Anayasasında ise Egemenlik yine Türk Milletinindir denilirken yetkili organlar eliyle kullanılacağı belirtilmiş ve yürütme ile yasamanın devlet kurumları aracılığı ile denetlenmesi amaçlanmıştır. “Madde 4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir. Millet egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”

1982 Anayasasında Egemenlik 1961 anayasasında ki haliyle  “Madde 6” da yerini korumuştur.

Görüldüğü gibi tüm Anayasalarda “Egemenlik” amir hüküm olarak korunmuş ve Türk Milletinin egemenlik haklarının korunması anayasal kurumlara görev olarak verilmiştir.

Ancak; 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumda adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen, parlamenter sistemi yok ederek rejim değişikliğine yol açacak, Milli Egemenliği Meclisten alıp Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine devredecek ve giderek tüm yetkilerin tek adama devredileceği anayasa değişikliği kabul edilmiştir. Bu değişiklikle; Anayasanın 6ncı maddesinde kendini bulan Milli Egemenlik kavramı yok edilerek bugün;

Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri kısıtlanmış, denge ve denetleme mekanizmaları yok edilmiş, denetimsiz bir yürütme organı yani iktidar yaratılmıştır. Cumhurbaşkanı, kararnameler yoluyla Meclisin yasama yetkisine fiilen ortak olmuştur. Yasama, yargı ve yürütme gücü yani egemenlik bir kişiye teslim edilmiş hukukun üstünlüğü yok edilerek üstünlerin hukuku geçerli olacak düzenleme getirilmiştir. Yani egemenlik bir kişiye, bir zümreye, bir sınıfa bırakılmıştır.

Türkiye, 1921 Anayasasında yerini bulan ve sonrasında gelen tüm anayasalarda yer alan “Milli Egemenlik” kavramından gün geçtikçe uzaklaştırılmakta saltanat ve hilafet yolunda tek adam, otokrat, otokrasi bir rejime doğru yol almaktadır.

Bu sistem ve düzen ne zamana kadar devam edecektir? Milli Egemenliğimize sahip çıkmak her Türk vatandaşının görevidir ve bu görev Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1 Mart 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisinin 1nci dönem 4ncü Yasama yılı açılışında yaptığı konuşmasında ki şu sözleri ile bizlere görev olarak verilmiştir.

“Hiç şüphe yok, Devletimizin ebed (ebediyen) müddet olması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mesuliyeti için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, istikbâlimiz için ve mukaddesatımız ve nihayet her şeyimiz için behemehâl (her durumda) en kıskanç histerimizle, en açık teyakkuz (dikkatimiz) ve intibahlarımızla ( uyanıklığımızla) ve bütün kuvvetimizle hâkimiyet-i millîyemizi ( Ulusal Egemenliğimizi) muhafaza ve müdafaa edeceğiz…”

Atatürk’ün bizlere verdiği bu görevi yerine getireceğine inandığı gençlere bu görevi Gençlere hitabesinde belirtirken çocuklar içinde söylediği şu sözler unutulmamalı ve gençlerle, çocuklarımıza bayram etkinlikleri içerisinde Egemenlik kavramı da belletilmelidir…

“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler, hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.”                                                  22.04.2024                                           

Leave a comment »

AK ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE-Finlandiya

AK ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE-Finlandiya

Grigoriy Petrov

Rus yazar Prof.  Grigoriy Petrov’un (1868-1925) Ak Zambaklar Ülkesinde- Finlandiya adlı kitabı Rusça el yazmasından Bulgarcaya çevrilmesi ve 1925 yılında yayımlanmasıyla Bulgaristan’da büyük ilgi görmüş 1928 yılında ise Prof. Ali Haydar Taner eseri Bulgarcadan dilimize çevirip eski harflerle bastırmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuş ve Türkçeye çevrilmesini, derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretti. Türk askerleri, öğretmenler ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka bu kitabı okumalıydılar.

Ne kadar süre ile okundu ve okutuldu bilinmiyor ama Köy Enstitülerinin kuruluşuna kadar giden süreçte ve 1960 ihtilalinde bu kitaptaki uygulamaların rol aldığı da bilinen bir gerçektir.

Kitabı birkaç defa okudum son okuduğum ise oldukça eski bir baskıydı ve diğer basımlarda olmayan bazı bölümleri içeriyordu. Kurduğumuz okul kütüphanelerine veya destek isteyen okullara mutlaka gönderdiğim kitaplardan biridir “Ak Zambaklar Ülkesinde”

Rus Yazar Grigoriy Petrov kitabında, 19. yüzyılın ikinci yarısında gittiği Finlandiya’da; İsveç egemenliğinden, Rus işgali ile kurtulan, ulus kimliğine sahip olamamış, eğitimsiz, yoksul ve türlü güçlüklerle boğuşan küçücük bir ülkenin sıfırdan nasıl çağdaş, eğitimli, kültürlü ve güçlü bir topluma dönüştüğünü, ulus bilincinin oluşmasında ki süreci ve bu süreci yöneten Johan Vilhelm Snelman’ının başarısını anlatıyor.

Snelman; 1806 yılında Finli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Başlangıçta din adamı olmak istiyordu ancak daha sonra filozof olmaya karar verdi. Finlandiya’nın ulusal kalkınmasını amaçlayan düşüncelerini hayata geçirmek ve ülkede yaşanan süreçleri aktif bir şekilde etkileyebilmek için çaba gösteriyordu.    

Snelman, bilim adamı, filozof ve siyasetçidir ancak en büyük özelliği Fin kültürünü öne çıkaran ‘halk öğretmeni vasfıdır. Finliler kendilerine ‘Suom’ derler ve ülkelerine de ‘Suomi’ adını verirler. Suomi ‘bataklık arazi’ anlamına gelir. Snelman ve arkadaşları, millet öğretmenleri sıfatıyla sürekli çalışarak bataklıklar ülkesini “Beyaz Zambaklar Ülkesine” çevirirler.

Yazar Petrov’un Bulgar aydınlarına ithaf ettiği, onlar için bir kılavuz olarak tasarladığı eser, Türkçeye çevrildiği andan itibaren genç Türk Cumhuriyetinin kılavuz kitabı oldu.

Her bölümü kendi konusu içersinde mesaj ileten ve yönlendiren 17 bölümden oluşan kitabın bölüm başlıkları şöyle; Diğer yayın evlerinde baskısı  yapılanan kitaplarla aynı olan bölümler; ‘Tarihten Alınacak Dersler ’, ‘Kahramanlar ile Ulus’, ‘Suomi’nin Tarihi’, ‘Snelman’, ‘Kilise ile Halk‘, ‘Eğitimci Memurlar’, ‘Bir Halk Okulu Olarak Kışla’, ’Futbol’, ‘Ana-Baba ile Çocuklar’, ‘Karokep’, ‘Aydınlar ile Halk’,  ‘Yarvinen, Okunen ve Tomas Gulbe Nasıl Kral Oldular?’, ‘Köylüler, İşçiler, Küçük Zanaatçılar, ‘Halka Şifa Dağıtan Hekim’ ve dilimize ilk kez çevrilen bölümler ‘Papaz Makdonald’, ‘Sonsuz Savaşma’, ‘Efsanenin Anlamı’,

Snellman ile arkadaşları gençlere yönelik konuşmalarında geleceğin “yaşam mimarları”na şöyle sesleniyorlardı:

“Aydın olmak, efendiler gibi giyinmek ya da boyna kolalı bir yaka, kafaya şık bir şapka takmak demek değildir. Aydın olmak, halkın beyni olmak demektir. Sizler halkın aklını, iradesini, kuvvetini, halkın vicdanını uyandırmakla yükümlüsünüz. Halkın bilincini uyandırmakla… Halka, köylüye, işçiye, toplumun alt kesimlerine nasıl daha iyi yaşayabileceklerini, daha iyi bir hayata nasıl sahip olabileceklerini öğretmekle yükümlüsünüz.

Onlara nasıl çalışmaları gerektiğini öğretin. Onlara yoksul olsa da sağlıklı bir yaşamı nasıl düzenleyeceklerini öğretin. Kendilerinin ve çocuklarının sağlıklarını nasıl koruyacaklarını öğretin.

Unutmayın ki halkınızın cehaleti, edepsizliği, pervasız ayyaşlığı, hastalıkları, yoksulluğu, bunların hepsinin ayıbı ve suçu sizindir.”

“Milleti, her işi zamanında yapmaya, disiplinli ve düzenli çalışmaya alıştırınız. Kendisinin ve başkalarının haklarına saygılı olmayı öğretiniz.”

“Bütün ülkeyi büyük bir aile kabul edin ve de o gözle bakınız. Unutmayınız ki, en yoksul kömürcü, kantarcı, hizmetçi ve dul kadın, bütün bir Fin milleti, sizin kardeşleriniz, hemşehrileriniz ve yurttaşlarınızdır. Bunları eğitmek ve uygarlıkta daha kadim olan milletlerin arasına sokmaksızın görevinizdir. Unutmayınız ki, halkın cehaleti, kabalığı, alkol düşkünlüğü, hastalıklı oluşu, sefaleti, kötü ahlâklı oluşu, bütün bunların hepsi sizin kendi utancınız ve suçunuz dur.”

Kitabın asıl değeri, bize Finlandiyayı öğretmesi değil, onu öğretirken, bize de bizim ne olduğumuzu ve ne olacağımızı göstermesidir.

Kitabı okurken bugün içinde bulunduğumuz sosyal, ekonomik, politik durumu göz önüne aldığımda kitaptan seçtiğim bazı bölümler  bu kitabın bugünde okunması ve uygulanması gereken pek çok konuda yol gösterici olduğunu gördüm.

“Her ulus, layık olduğu idareye ve idarecilere sahip olur.”

“Her ulus iktidar mevkine ya büyük ya da önemsiz kişileri geçirir. Bunlardan birinin iş başına gelmesi ulusun manevi seviyesi ve durumuna bağlıdır.”

“Ulusta toplanmış iyi bir şey var mı, yok mu? Yada toplanıyor mu? Ulusun aklı, iradesi ve vicdanı yükselme eğrisi gösteriyor mu, yoksa çürüyüp zehirleniyor mu? Yahut bayağı ve sefil bir hayat içinde yok olup mu gidiyor?

Şimdi, bir de kendi ülkemizin durumunu düşünelim: Ülkemizde ne türlü bir faaliyet söz konusudur? Yapmaya mı, yıkmaya mı yöneliktir?

Cevapları biz vereceğiz çözümü ise okuduğumuz kitapta bulacağız..Beyaz Zambaklar Ülkesinde adıyla da yayımlanan bu kitap her Türk genci tarafından okunmalı, öğretmenler, askerler, yöneticiler için başucu kitabı olmalıdır.

Son söz; ““Yeni dönem beraberinde yeni şarkılar getirir.”

Ak Zambaklar Ülkesinde/Grigoriy Petrov/Çeviri Türker Acaroğlu/ 190 sayfa Acaroğlu Yayınları 1976

18.04.2024

Comments (2) »

ARZUHALİMDİR-CHP VE GS’A

ARZUHALİMDİR
3 günlük Ramazan bayramı 9 günlük tatile dönüşünce seçim sonrasında gelen ikinci bir bayram gibi oldu, seçimin stresi atıldı. Eminim ki tatil sohbetlerinin ana konusu seçim sonuçları ve bundan sonrası ne olacağı idi. Benim merakla beklediğim ise CHP lideri Özgür Özel’in bayram öncesi yaptığı açıklamanın sonucu ne olacaktı. Ne demişti Özgür Özel; Bayram günü Cumhurbaşkanı’nı arayacağını, bayramını tebrik edeceğini, görüşmek için randevu talep edeceğini belirtmiş ve de gerekçesini de açıklamıştı; “En sert muhalefet olacağız, fakat nezaketten ve makamlara saygıdan asla ve asla taviz vermeyeceğiz.” “Bizim de 31 Mart seçimlerinde Türkiye nüfusunun yüzde 65’ine, milli gelirin de yüzde 85’ine hâkim bir coğrafyada yerel iktidar olduğumuzu… Birlikte çalışmak zorunda olduğumuzu… Ve dönem dönem istişare etmek zorunda olduğumuzu söyleyeceğim…”
Özel’den bu konuyla ilgili bir açıklama gelmedi, medyadan öğrendiğimiz. Aradığı ve ulaşamadığı daha sonrasında ise Erdoğan’ın aradığı bayramlaştığı ve sağlık sorunları için geçmiş olsun dileğinde bulunduğu, Özel’in ise “Diyalog kanalının açık olması fayda sağlar” sözünü söylediği.
Kısaca; Özel amacına ulaşamamış olduğu anlaşılıyor ki seçimlerden hemen sonra böyle bir girişim de bulunmasının acelesi nedir anlayan varsa beri gelsin.
Ve de CHP lideri Özgür Özel’e arzuhalimdir ki:
Partisinin kazandığı seçim başarısında en büyük pay tabii ki Genel Başkanındır tebrik ederim. Özellikle memleketimiz Manisa’da ki başarının yeri apayrıdır. Ama eğri oturup doğru konuşmak gerekirse İzmir’de ki %10 luk kayıp da incelenmelidir ki ders alınsın. CHP bütün Türkiye’de oy patlaması yaparken, İzmir’de yüzde 50’nin altına düştü. İzmir’in dağlarında çiçek açamadı, soğuk vurdu…
Gelelim asıl mevzuya;
CHP yerel seçimlerde 1nci parti çıktığına göre Cumhurbaşkanı arayıp tebrik etti mi ki bayram tebriki için arıyorsunuz… Makama saygı gereği diyorsunuz eyvallah, ancak Cumhurbaşkanlığı makamını akp genel başkanı makamından ayırt edemeyen, o makamın yeminine sadık kalamayan, yargıyı siyasileştiren ve Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi ile ülkeyi adeta bir şahıs devleti olarak yöneten, Anayasayı yok sayan, halkı söylemleriyle ötekileştiren bir kişiyle makamında görüşmek tüm söylenenleri kabul etmektir, teslimiyettir, sönmeye yüz tutan itibarını geri vermektir. Ayrıca o makamda oturan kişinin CHP nin tüzel kişiliği, üyeleri ve ona oy verenlerle ilgili söyledikleri ile ilgili bir özür dilemesini istemek acaba CHP liderinin aklına gelmiş midir?
Eğer, Kılıçdaroğlunun 2019 genel seçimleri öncesinde “Helalleşme çağrısı” gibi bir atılım düşündüyse başlangıç noktası yanlıştır, aynı Kılıçdaroğlunun yaptığı yanlış gibi. Asıl görüşülmesi gereken diğer sol partiler varken bu ne randevu talebidir? Kılıçdaroğlu 2016 da darbe kalkışmasından sonra yapılan Yenikapı mitingine gitti de ne oldu, sonu ‘Bay bay Kemal’e geldi.
Randevu isteği kabul edildi ve de gitti ne götürecek yanında? Altı ok şeklinde tasarlanmış çiçek, Manisa’nın Mesir Macunu ve de Anayasanın uygulanmasını, ettiği yeminini, güçler ayrılığı ilkesini, parlamenter sistemi, devrim kanunlarını ve cumhuriyet kazanımlarını, devlette liyakat ilkesini, AYM kararlarının uygulanmasını ve daha birçok otokrat yönetim uygulamalarını içeren “Demokrasi Manifestosunu” hatırlatırım. Tabii ÇEDES projesi ve 28 Şubat davasında cezaevinde olan generaller hakkında adli tıp kurumunun verdiği raporun uygulanmasını da…
Ve de CHP liderinden beklenti Yargıtay’ın TİP Milletvekili Can Atalay ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararına uymaması üzerine söylediği sözlerde ki eylemlerdir. “…Sokaklarda, meydanlarda direneceğiz, bu hukuksuzluğa teslim olmayacağız. Mücadelemiz büyük bir dirençle başlayacak ve sürecektir. Ne tek adama, ne onun ittifak ortaklarına ne de Anayasa’ya darbeye cüret edenlere teslim olmayacağız.”
Ve de bir tıp adamı olarak “Stockholm Sendromunu” değerlendirmesidir.
Bir diğer Arzuhalim ise İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu’nadır. Seçim sonrasında yaptığı bir söyleşide eşine verdiği desteği anlatmış sevgi ve saygıyla. Sonra sözü Erdoğan’ın eşi Emine Hanıma getirmiş… “…Yine biz teklifimizi götürürüz. Birlikte olmak isterim. Emine Hanım’la birlikte projeler yapalım isterim. Çünkü kendisi de sonuçta ülkenin tanıdığı, çok değerli bir insan. Ve çok da güzel projeler de yapıyor. Kız çocukları için, kadınlar için projeler yapmak isterim kendisiyle.” “Kesinlikle katkısı olur. Sadece bir proje bile gerçekleştirsek beraber, onun bile Türkiye’deki bu gerilimli ortamı yumuşatacağını düşünüyorum. Bizim birlikteliğimiz, iletişimimiz tabii ki inanılmaz derecede iyi gelir Türkiye’ye. Biz bunu Emine Hanım’la başarabiliriz…”
CHP liderinin Erdoğan’a yakınlaşma ve birlikte çözüm önerileri sunma teklifinden sonra bu öneriyi okuyunca acaba dedim CHP içinde yeni bir yol haritası mı çiziliyor? Sonucunu merakla bekliyorum bu atılımların. Ve de en kısa zamanda Dilek hanımda “Stockholm Sendromunu” incelemeli ve değerlendirmelidir…
Son Arzuhalim ise Galatasaray Futbol takımınadır.
Yılan hikâyesine dönen Fenerbahçe – Galatasaray arasında ki Süper Kupa finali Şanlıurfa’da oynanıyor. Fenerbahçe sahaya genç takımıyla çıkıyor. Dakika 1, gol 1 Fenerbahçe daha önceden yönetimin aldığı kararla 2 nci dakikada sahadan çekiliyor. Hakem maçı tatil ediyor. FB ye hükmen yenik, Galatasaray Süper Kupa şampiyonu oluyor.
FB nin yaptığı doğruydu olay sadece Avrupa kupası öncesi ertelenmeyen maça tepki miydi? Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılında Süper Kupa finalini Suudi Arabistan’da oynanmasına karar verilmesi ve sonrasında gelişen olaylar unutuluyor. Ne demek Riyad da maç yapmak, siyasi mesaj vermek, kepazelikti unutuldu.. FB yönetimi tepkisini Futbol Federasyonuna gösterdi. GS ise bu cesareti gösteremedi. Galatasaraylı futbolcular FB nin sahadan çıkan U-19 un gençlerini alkışlayabilir, onları sarıp, sarmalaya bilirler ve sessizce sahadan çıkarlardı Yapamadıkları gibi bir de arsızca sevindiler bir GS’lı olarak utandım o hallerinden. Halen bir şans var ellerinde maç oynanmadan kazandıkları o kupayı almasınlar federasyonda kalsın. Yoksa GS tarihine yüz karası bir final ve şampiyonluk olarak geçer… 14.04.2024

Leave a comment »

TÜRKİYE İTTİFAKI

TÜRKİYE İTTİFAKI

Yerel seçimler sonuçlandı, itirazlar nedeniyle kesin sonucun açıklanması için bir müddet daha beklemek gerekecek. Şu an ki verilere göre 34 partinin katıldığı 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde, oyların %85 ini dört parti CHP, AKP, DEM ve YRP alırken geriye kalan %15 i ise diğer 30 parti paylaşıyor…

Bu kalan yüzdeyi paylaşanlar içerisinde Cumhur İttifakının MHP si ve Millet İttifakının İyi Partisi başı çekiyor. Diğer partiler ise aldıkları birkaç belediye başkanlığı, meclis üyeliği ile hatta Vatan Partisi gibi kazandığı muhtarlıklar ile başarılı olduklarını ilan edenlerde var.  Ancak bu seçim sonuçlarına göre gerçek olan genel seçimlerde oluşan İttifakların bu yerel seçimde yerle yeksan olduğudur. Özellikle “Türkiye İttifakı” çağrısı ile yerelde birleşmeyi savunan CHP bu çağrısında ki başarısı tartışılmazdır.

“Türkiye İttifakı, siyasi partilerden oluşmuyor. Dürüst, iyi ve cesur insanlardan, kentini seven ve kentinin değerlerini korumak isteyen insanlardan oluşuyor. Türkiye İttifakı, başarıyı takdir eden ve liyakata ödül veren bireylerin topluluğudur.”

 CHP nin genel seçimlerde ulufe gibi dağıttığı 39 milletvekilli Millet İttifakı bileşenleri Demokrasi ve Atılım, Gelecek, Saadet, Demokrat Partileri toplam %1.69 la artık tabela partisidir. Bu partilerin milletvekillerinin bir bölümü ise yakında transfer piyasasında yerini almaya başlar. İyi Parti ise 27 Nisan’da yapacağı Genel Kuruldan sonra yol haritasını çizecek ancak görünen o ki Meral Akşener devam ederse bu partinin daha da küçüleceğidir.

Seçim sonuçlarına bakıldığında en fazla yanıldığım konu akp nin bu kadar farkla ikinci parti olmasıdır. Önceki seçimlerde olduğu gibi oy sayımlarında ve dijital ortamda yapacağı katakullilerle sonucu akp lehine çevrileceği idi. Ama görülen o ki “mızrak çuvala sığmadı”. Seçim sonuçları açıklanmaya başladığında trafoya kedilerin girmesini bile beklerken gelen seçim sonuçlarına baktığımda aklıma gelen soru acaba bu sefer katakulliyi CHP yi yapmış olabilir miydi?  Sonradan öğrendiğim ise seçim programının ilgili firma tarafından güncellendiği ve dışarıdan müdahalelere kapatıldığı şeklindeydi! Manuel yapılanların ise itirazlarla ile düzeltileceği bazı seçimlerin yeniden yapılacağı ve oyların yeniden sayılacağı süreç sancılı olacaktır. Bunun örnekleri Van’da ve Hatay’da görülmüştür. Ancak itirazlar sonuçlandığında genel sonuç değişmeyecektir.

Seçim sonucunu her kesim kendi lehine değerlendirdi ancak bir gerçek var ki kazanan CHP ve YRP di. Özellikle YRP akp ye vurduğu darbe ile ön plana çıktı. CHP ise yönetim değişikliği, aday seçimlerinde ki anlaşmazlıklara destek veren içlerinde ki İrlandalılara rağmen ekonomik olarak çöküntü yaşayan vatandaşın desteği ile kazanması mucize olan yerlerde başkanlıkları kazandı.

Bundan sonrası ne olur, ne olacak? Erdoğan bu sonucu kabullenir mi? Türkiye İttifakı devam eder mi? Erdoğan, kabullenmez, huylu huyundan vazgeçmez, olaya sadece ekonomik olarak bakacak ve otokrat yönetiminden taviz vermeyecektir. Bayram sonrası bunun patlamasını göreceğiz

Türkiye İttifakının devam etmesi; CHP nin seçim sonucunu değerlendirmesi ve 2028 yılında yapılacak genel seçimlere yönelik planlama yapması çok iyi bir “Faaliyet Sonu İncelemesi” ile kim, nerede, nasıl, ne yaptı, ne yapmalıydı artı ve eksilerle sonucu analiz etmesi ve yeni bir yol haritası çizmesi ile mümkündür… Özellikle İzmir’de aldığı sonuç iyi analiz edilmelidir CHP nin kalesi olan İzmir de 2019 a göre %10 luk oy kaybı ile kalenin burçları yıkılmıştır, dağlarda çiçeklere soğuk vurmuştur.

CHP nin önünde inceleyeceği bir örnek de vardır.  1989 Yerel Seçimlerinde SHP 39 u il, toplam 652 belediye başkanlığını %32.8 oy oranı ile alarak birinci parti olmuştu. Ardından gelen altı siyasi parti ve bağımsız adayların yarıştığı 20 Ekim 1991’deki genel seçimlerde, SHP % 21 ile ancak 3ncü parti olabilmişti…

CHP için zaman seçim başarısının keyfini sürme zamanı değil, başarıyı sürdürme zamanıdır bunun yolu da çok çalışmak, çok çalışmak ve Türkiye İttifakını genişletmektir…          07.04.2024

Comments (1) »

SEÇİMİN ARDINDAN

SEÇİMİN ARDINDAN

48 milyona yakın seçmenin 207 bin sandıkta oy kullandığı ve katılım oranının yüzde 78 olduğu Yerel Seçimde 81 il, 973 ilçe ve 390 belde belediye başkanı ile 50 bin 336 muhtar belirlendi. CHP, toplamda 17 milyondan fazla oy alarak yüzde 37 oy oranına ulaşarak birinci parti, akp ise yüzde 35 oy oranı ile 22 yıl sonra ilk kez ikinci parti oldu. CHP bu oy oranı ile Bülent Ecevit’in yüzde 41 oy aldığı, 1977’deki seçimlerden sonra ilk kez, 47 yıl sonra, en çok oyu aldı.

Yeniden Refah Partisi, mhp nin önünde 3ncü parti durumuna yükselirken, İyi Parti ise umduğunu bulamadı, küçük partiler ise yok oldu. 

Seçimler bitti, Millet sandıkta mesajını verdi. Şimdi sıra sandıktan çıkan bu mesajın algılanmasına ve uygulamasına geldi.

Görünen o ki iktidar kanadı kendisine karşı yapılan uyarıyı anlamamış ve çıkan sonucu “Demokrasinin Zaferi” olarak algılıyor. Bu zaferin olması için önce ülkede demokrasinin olması lazım. Var mı? Anayasanın uygulanmadığı bir ülkede demokrasi vardır diyebilir misiniz?

İktidara verilen mesaj açık ve nettir;

*Ekonominin dini esaslara, Naslara göre değil, ekonomik bilimsel kurallarına göre uygulanmasıdır, halk yoksulluk çekerken, devlette israf ve lükse dur denilmesidir, kaynakların vatandaşın mutlu ve refah içinde yaşayacağı şekilde paylaşılmasıdır, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının hesabının sorulmasıdır…

* Otokrat bir rejimin sürdürülemeyeceğidir, Cumhurbaşkanının anayasada yazılı görevlere ve ettiği yemine sadık kalmasıdır.

*Yok, ettiği demokrasiye dönmesidir, şahsım devletinden vazgeçmesidir, Temel Hak ve Özgürlüklere saygı göstermesidir, oy yoksa hizmet yok uygulamasını terk etmesidir.

*İtaat ve biat kültürünün terk edilmesi, düşünme ve sorgulama, paylaşma kültürüne saygı gösterilmesidir.

*Vatandaşı bölen, aşağılayan, düşman olarak gören söylemlerden, kin ve nefret uygulamalarından vaz geçmesidir.

*Devletin kurumlarının üzerindeki parti vesayetinin kaldırılması, liyakatin esas alınmasıdır ve kamu kurumlarının anayasal görevlerine uygun davranmalarını sağlanmasıdır.

*Ülkenin tek adamın, partinin ve yandaşlarının çiftliği olmadığını da kavranmasıdır…

İktidar ve yandaşları aşağıdaki sözlerden ders almalıdır, nereden nereye geldiğinin hesabını yapmalıdır.

“…Bu ülke bu hale geldiyse, bugün benim Anadolu’daki vatandaşım konteynerlerden evine çöp rızık topluyor götürüyorsa hafta pazarlarının atıklarını toplayıp evine götürüyorsa, meydanlar açız açız diye bağırıyorsa, evinin kirasını ödeyemiyorsa, suyunun parasını ödeyemiyorsa, elektriğinin parasını ödeyemiyorsa ve artık “yandım Allah” diyorsa benim halkım vatandaşım. Yüzde yirmi beşi açlık sınırının altındaysa, yüzde ellisi yoksulluk sınırının altındaysa bu hale Türkiye’yi kim getirdi?

…Peki; şimdi buradan     soruyoruz. Kepengini kapatan esnafın yoksulluktan çöpten ekmek yiyen garibanın, işsizlikten kendini yakan babanın evladına bir pantolon alamadım diye intihar eden vatandaşın sorumluluğunu kim alacak? Kim hesap verecek? Kim bu vebali üstlenecek…? 

Vatandaş cevabını verdi. Türkiye’yi bu hale getirenin, sorumlunun akp iktidarı olduğunu, hesap verecek olanın, vebali üstlenecek olanın akp iktidarı ve Cumhur İttifakı olduğunu ve baş sorumlunun da Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu tescillemiş oldu. Ve 2002 seçimlerinde iktidar partisi için yukarıda ki sözleri söyleyen Erdoğan 20 yıl sonra tarihi tekerrür ettirdi. Eğer ders alsaydı tekerrür eder miydi tarih?

“Eğer 8 yıl öncesi asgari ücretle aldığın yumurtadan, aldığın sütten, aldığın peynirden, aldığın ekmekten bugün daha az alıyorsan bize oy verme”

Yine aynı kişinin 2011 yılının Mart ayında Adana’da yaptığı konuşmada sarf ettiği bu sözlerin gereğini yerine getirdi vatandaş oy vermedi.

Sonuç olarak; seçmen, iktidar partisini uyardı, muhalefet partisine yol gösterdi. Özellikle CHP açısından tarihi bir fırsatı ortaya çıkardı…

‘Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.’

Son söz iki kişiden;

Emekli Tuğgeneral Sait Nadir Güvenden;

“Ey Osmanlıcı/Siyasi İslam/Sultanizm/Tek adam/Patrimonyal Sistemin temsilcileri ve bunların destekçisi Partiler, Bakanlar Bürokratlar, Partililer ve Yandaş Medya Hepiniz! Mağlup oldunuz!

Bir avuç birkaç kişiden ibaret demokrasi âşıklarına Mağlup oldunuz, ampulünüz sönmek üzere, Artık Yaptığınız bütün yanlışlıklarla, yalanlarla, yandaş desteği ile ve devleti yönetme beceriksizliği ile boğuşup durun kendinizi dip kuyudan çıkarmaya çalışın.”

Ve de eski başbakanlardan 9ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den;

“Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur.”                                           03.04.2024

Comments (2) »

OKUDUKLARIM/ŞU DAĞIN ARDI İRAN

ŞU DAĞIN ARDI İRAN

Meltem Vural

Meltem Vural Ankara’da doğdu. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölümü’nden 1978’de mezun olduktan sonra 1981 yılında Türkiye’de evlendiği İranlı doktor eşiyle İslami devrim sonrası İran’a gitti. 1984 e kadar kaldığı İran’da kadınların söyledikleri şu sözler onu yaşadıklarını yazmaya zorladı: “Biz özgürlük uğruna aldandık, aldatıldık ama bizim önümüzde ‘aldatılmış İran’ gibi bir örnek yoktu. Oysa siz bizim başımıza gelenlerden ders çıkarabilir, güzel Türkiye’yi koruyabilirsiniz. Lütfen bizi daha çok anlatın ve her fırsatta anımsayın.”

Kitabın Tanıtım bölümünden arka kapaktan…

 “İran topraklarına geçince hızla değişen coğrafyada başka bir gezegene ışınlanmıştım. İran’ın başkenti Tahran’da, Hazar kıyılarında ve Bender Abbas’ta, eşim ve ailesiyle yaşadığım dokuz yüz gün boyunca, siyasi özgürlük vaadiyle kandırılmış bir halkın pişmanlığını, mutluluk vaadiyle kandırılmış bir kadın olarak kendi pişmanlığımla harmanladım.  

Acı günleri ardımda bırakarak kavuştuğum özgür ülkemin yanı başındaki tehlikenin farkına vardığımda ise, İslami devrimin ve şeriat hükümlerinin modern bir ülkeye kor lavlar gibi yakıcı yayılışını, yirmili yaşlarımın başında yaşadığım evlilik ve aşk hikayesinin fonunda sizlerle paylaşmayı bir yurttaşlık görevi bildiğim için bu kitabı kaleme aldım…”

Ve de yazarla yapılan bir söyleşiden alıntı ile:

“…Acı günleri ardımda bırakarak yıllar sonra kavuştuğum özgür ülkemin yanı başındaki tehlikenin farkına vardığımda, İran’da gördüklerimi sizlerle paylaşmayı bir yurttaşlık görevi bildim.”

“…Kitap Ankara’dan gittiğim gece başlayıp İstanbul’a indiğim an bitiyor. Benim İran’ımdan anlatmadık bir şey bırakmadım. Maalesef bizde kitabın “inceliği” seçilme nedeni olduğundan daha çok okura ulaşmak için en zorunu seçtim. Eksiksiz ama kısacık yazdım. Yani yüz metre koşmak için binlerce metre koşan koşucular gibi çalıştım…

“…Belki de Susanna Tamaro’dan esinlendiğim yıllar önce yüreğimin götürdüğü yere gitmek güdüsüydü.”

Aşk ve aşkının peşinden koşan bir kadın, şeriat ve onun kurallarına itiraz eden bir kadın, ikisi de aynı kadın, iki ayrı dünya, iki ayrı yaşam. Bir yanda hür ve özgürlük, diğer yanda yasaklarla yok sayılan bir hayat. İkisini de yaşayan ve seçimini yapan özgürlükten yana yapıp bunun savaşını veren kadın…

Okuduğunuzda Türkiye ve İran’da dün ve bugünün ayrıştırmasını yapabileceğiniz, hep sorduğumuz özellikle son 20 yılda acaba “Türkiye İran olur mu sorusunun” cevabını arayacağımız ve olursa kadınların durumu ne oluru gözler önüne seren bir kitap “Şu Dağın Ardı İran”.

Çoğunluğu kadın olan kalabalıklara el sallayarak uçaktan inen Humeyni İran’a devrim yapmak için geliyordu Fransa’dan ve altı yıl sonra ‘Allah’ın aziz yaratıklarını sıralarken hamamböceğini 8’inci sıraya, kadını 14’üncü sıraya yerleştirdiği Karşı Devrimin, Şah’ın monarşizmden kurtulurken  “mollaizmin” tuzağına düşenlerin hikayesi “Şu Dağın Ardı İran”.

Özellikle Türkiye’de Şeriat ve hilafet istekleriyle yola çıkan kadınların Laik bir sistemde ki yaşamları ile İran’da ki yaşamı gözler önüne seren bu kitabı okumaları gerekir ki özgürlük mü, esaret mi değerlendirsinler…

Bu kitabı okuduğunuzda; şeriat, damarlarında ki kana, beyinlerinde ki hücrelerin son zerresine kadar yerleşmiş erkeklerin egemenliğini, devrim muhafızlarının kadınlara karşı acımasızlığını, çocukluğunu yaşayamayan, ihbarcı kimliğe büründürülen çocukları, yok edilen siyasi özgürlükleri göreceksiniz.

Ve de düşüneceksiniz “Biz İran olursak ne yaparız?” Çare ve çözüm çok uzakta değil örnekleriyle hemen yanı başımız da İran’da Mahsa Amini’nin öldürülmesinden sonra yaşananları bir defa daha incelemekte ve hatırlamakta…

Meltem Vural’ın kitabı ‘Şu Dağın Ardı İran’ 2009 da yayınlandı. Ülkemizde şeriat ve hilafet çığlıklarının atıldığı, cemaat ve tarikatların devleti sarıp sarmaladığı, din adamlarının dini görevleri dışında rejimi yönlendirici görevler üstlendikleri, kadına şiddetin sıradanlaştığı, anayasanın yok hükmünde sayıldığı bir dönem de tam da okunması gereken bir kitap….

 “İran bir kafes, Tahran bir kafes, ev ayrı bir kafes! Hiç birinde özgürlük yok, huzur yok.”

“Umudun insanı nasıl sakinleştirdiğini ve mutluluk verdiğini yaşayarak öğreniyordum.”

“Ne güzel söylemişti babam; mutluluk insanın yüreğinde mücadele gücünü hissetmesidir.”

“Ünlü bir fıkradır anlatılır ülkesine dönen bir gençle, bakkalın arasında ki diyalog; Cami pirinç satar mı, namaz kılınır. Namaz artık üniversitede kılınıyor, üniversitede profesörler, öğrenciler olur. Profesörler ve öğrenciler Evin cezaevinde, hapishane deki hırsızlar, katiller nerede?  Onların hepsi Mecliste…”

İran’da İslami Devrim den sonra ki yaşamı yaşayanın kaleminden sohbet havasında, akıcı bir dille yazılmış 159 sayfalık kitabı okumanızı ve düşünmenizi tavsiye ederim şeriat mı, laik bir yaşam mı?

Şu Dağın Ardı İran/Meltem Vural/Cumhuriyet Kitapları/ 4ncü baskı 2010                                                                31.03.2024

Leave a comment »

DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR

DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR

Başlıkta ki sözü pek çok kullanırım özellikle siyasetçilerin dün söylediklerini unutup bugün tam tersini söylediklerinde. 9ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1971 de Başbakanlığı döneminde TSK nın muhtıra verdiği günlerde Genelkurmay Başkanı ile görüşmediğini söylediğinin ertesi günü görüştüğü ortaya çıkınca söylemiş ve siyaset tarihimize değişen şartları en iyi açıklayan söz olarak yerleşmişti…

Siyasi kariyeri için ‘6 kere gittim, 7 kere geldim’ diyerek Başbakanlığını özetleyen duayen siyasetçi “Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir” derken son noktayı  Cumhurbaşkanıyken yaptığı basın toplantısında koymuştu söylediklerini inkar etmeden “Herkes benim gibi `Dün dündür bugün bugündür` deyip işin içinden çıkamaz!”

İçinde bulunduğumuz yerel seçim sürecinde söylenenleri takip edince ister istemez eski günlere, aylara, yıllara dönüyor ve şöyle bir tarıyorum arşivi. Evet, daha yazar George Orwel’in 1984 adlı kitabında ki geçmişi silme aşamasına gelmedik ve arşiv de duruyor o sözler, eylemler ve her ne derseniz adına dünden, bugüne kulağımıza küpe olanlar…  İşte size birkaç örnek;

Dün; tarih…14 Haziran 2015;

“…17-25 Aralık yolsuzluk olaylarını nereye koyacağız. Meydanlar da hırsızlardan hesap soracağız dedi. Her bir oyun vicdani sorumluluğu var diye halka seslendik. Öteki dünyada hesabı sorulur dedik. Hırsızları nereye koyacağız? Gece yarısı torba kanunlarla kimler zengin edildi, bunlardan hesap sorulmayacak mı? 17-25 yolsuzluk soruşturmasına ilişkin hassasiyetlerimiz belli. Operasyonun üstü örtülmeye çalışılıyor. Bunu göz ardı edemeyiz. Ucu nereye dayanırsa dayansın oraya gider. TÜRGEV’e yapılan bağışları verilen ayrıcalıkları ne yapacağız? Bilal’in içinde olacağı sıfırlanan paraların hesabını sormayacak mıyız? Bu sürecin bir tarafında Bilal var. Versin Bilal’i alsın iktidarı…”

Bu sözleri bugün dinleseniz muhalefet partilerinden birinin liderine yakıştırırsınız. Dün öyleydi bu sözleri söyleyen mhp lideri Bahçeli.

Peki, bugün Cumhur İttifakının ortağı ve bakın neler söylüyor tarih 16.03.2024;

“…Buradan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a diyorum. Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Cumhur İttifakı olarak yanındayız, beraberindeyiz, yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz…”

Şaşırdınız mı? Yok, şaşırmayın daha devamı var. İktidarın bu gün diline doladığı ve savcılık tarafından soruşturulmaya başlayan CHP nin deste deste para sayan ekibinin görüntüleri var gündemde. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri Kilis ten sesleniyor;

“Muhalefetin neler peşinde koştuğunu zaten sizler de biliyorsunuz. Onlar ise siyasi ikballeri uğruna her türlü gayrimeşru, gayriahlaki yola başvurmaktan çekinmiyorlar. Kaynağı karanlık para desteleriyle kule yapmak dışında ortada icraatları yok. Dolar dolar çantalar, avrolar. Hayırdır bu parayı ne yapacaksınız? Neymiş CHP’ye bina satın alacaklarmış. Kim? İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı…”

“CHP’den hiçbir Allah’ın kulu çıkıp para kulelerinin doğru dürüst izahını yapamadı.”

Bu sözleri duyunca aklıma gelenlerin bir bölümünü Bahçeli söylemiş yukarıda ki sözleriyle; 7-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu. Hani şu 2013-2014 yıllarında yürütülen ve bazı kamu kurum ve kuruluşları ile aralarında dört bakanın da yer aldığı kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma ve rüşvet ile suçlandığı bakanların istifa ettiği soruşturmalar. Ve de diğerleri 1998 de Refah Partisinin kapatılması sürecinde Kayıp Trilyonlar davası, Süleyman Mercümek ve Bosna Hersek’e yardım için toplanan paralar ve ilgili davalar aklıma geliverdi… Ve de halen izahı yapılamayan soruşturmalar…

Görünen o ki dünden ders almayanlar bugün o gün suçladıklarının yolundan yürüyorlar. Ve de o gün bu davaları kapatanlar bu gün dillerine doladıkları o görüntülerle açılan davada CHP yi de yerle yeksan ederler, nereden buldun der ve ilişkilendirdikleri İmamoğlu İstanbul Belediye Başkanlığını kazanırsa görevden alır, yerine kayyum atarlar. Demedi demeyin…  Dün dündür, bugün bugündür… 23.03.2024

Comments (1) »

ARZUHALİMDİR

ARZUHALİMDİR

LANETLİ ALKOL

Diyanet TV’ de yayınlanan bir programda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyelerinden biri, alkollü içecek üreten, taşıyan, sunan, servis eden ve alkolden kazanç sağlayana “lanet” edildiğini ileri sürmüştü. 

Şimdi bu Yüksek Kurul üyesi zata sorum şu; Alkolün ham maddesini üretenlerin durumu nedir bu fetvaya göre? “Üzüm” alkolün en başta gelen ham maddesidir üzüm üreticileri de lanetli midir sorusuna ne cevap verir acaba? Bir de kolonya var alkol kullanılıyor buna ne der? Ha bir de hani kıçı, başı yarıldığında o bölgeyi temizledikleri malzeme de alkol var lanetlenir mi kafasında ki yarayı temizlerken? O ne cevap verir bilemem ama bence en kısa zamanda bir psikologa gitsin orada kesin tedavi olur… Bu arada şu soruyu da sorsun psikologa “devletten aldığım maaşta alkolden alınan verginin payı var ben lanetli miyim?    

HATIRLIYOR MUSUNUZ ANAYASA MİTİNGİ YAPACAKTI CHP?

Anayasa Mahkemesinin TİP Milletvekili Avukat Can Atalay için vermiş olduğu hak ihlali kararının tanınmaması üzerine “Anayasa’ya Saygı’ adıyla bir miting yapacağını 4 Ocakta CHP Genel Başkanı Özgür Özel duyurmuştu;  “14 Ocak Pazar günü ‘Geleceğimize sahip çıkıyoruz’ dediğimiz büyük miting için saat 13.00’te tüm vatandaşlarımızı, siyasi partileri, STK’ları, geleceğe sahip çıkmak isteyen herkesi Tandoğan’a davet ediyorum.” Hatırlıyor musunuz bu çağrıyı?

Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde dokuz askerin şehit olması sonucunda mitingi Şubat ayına ertelendi, olmadı. Aradan geçen iki ayda CHP den mitingle ilgili tık yok. Öyle ki 3 Mart Devrim Kanunlarının 100 ncü yılında bile bunu düşünemediler.   

Teşkilât-ı Esasîye Kanununun (1924 Anayasası), kabul edildiği 20 Nisan 1924 günü 100 ncü yılını bekliyorlarsa ki bu tarihte mutlaka yapılmalıdır. Ancak yerel seçim arifesinde al takke, ver külah mitingleri yanında halen zaman varken tüm Türkiye de aynı gün yapılacak bir Anayasa’ya Saygı Mitingi ile ses getirmeliler. Yoksa “atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur…”

DİLİN KEMİĞİ YOK

Yerel seçim arifesinde iktidar kanadından sarf edilen öyle sözler var ki “Dilin kemiği yok” deyişi yanında yılların politikacısı rahmetli Süleyman Demirel’in “Dün dündür, bugün bugündür” sözünün gerçekliliğini hatırlatıyor

“…Bizim ne 30 yıllık belediyecilik ne de 21 yıllık iktidarlarımız döneminde oy tercihinden dolayı vatandaşa ayrımcılık yapmak yoktur…”

Benzerleri pek çok defa tekrar edilen Hatay mitinginden şu sözlere ne dersiniz. “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.” Yalancının mumu…

“…Yani vatandaşın gözünden kaçırmaya çalıştığımız hiçbir gizli saklı işimiz yok. Adeta cam gibi şeffafız…”

İşte bütün mesele burada açık ve net kaçırıyorlar ama bazı gözlerde ki perde görmeye mani oluyor.

“…Türkiye son bir haftadır artık geride kaldığını düşündüğümüz tek parti faşizminin en ilkel hallerine şahit oluyor…”

Kast edilen CHP nin tek parti dönemi de olsa bu günkü iktidarı ve uygulamalarını bundan gerçekçi ifade eden bir söz olamazdı.

“…Son 21 yılında attığımız her demokratikleşme adımına karşı çıkanlar bunlar değil miydi? Her türlü engele rağmen hak ve özgürlükler konusunda sessiz devrim gerçekleştiren bize demediklerini bırakmayanlar bunlar değil miydi? Yasakçı zihniyete verdiğimiz mücadeleye rağmen sizinle aramızı bozmaya çalışanlar bunlar değil miydi?…” 

İşte ağızlarına yakışmayan sözler demokratikleşme ve devrim. Ha, Karşı Devrim derse o zaman olur.

Demokratikleşme Milletvekili Can Atalay’ın hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulması mıdır?

Demokratikleşme cezaevinde ki 5 emekli generalin tahliyesi için Adli Tıp Kurumunun düzenlediği ‘kocamışlık ve sürekli hastalık’ raporunun bir yıla yakın süredir Cumhurbaşkanlığında imza için bekletilmesi midir?

“…Kent uzlaşısı diye bir şey uydurdular, kimin eli kimin cebinde belli değil…” 

Kent uzlaşısını bilmem ama bildiğim devlet ihale uzlaşısı var ki özellikle yandaşların eli devletin cebinden hiç çıkmıyor…

“…Ben anlamıyorum niye hâlâ altın veya döviz alınıyor. Halbuki açıkça da söyledik, TL bu süreçte değerlenecek…”

O zaman geçilmeyen köprüden, uçağın inmediği havalananından, kotayı tutturamayan şehir hastanesinden yandaşlara ödeyecekleri farkı TL ile ödeyeceklerini hemen açıklasınlar.

“…Yüzümüze hakikatleri haykırın. Haykırın ki hatamızı görüp kendimizi düzeltelim…”

Önce bir düşünün o hakikat sonrasında size hakaret davası olarak dönmesin. Malum, 2022 yılı sonu itibariyle “Erdoğan’a hakaret ettikleri gerekçesiyle haklarında dava açılanların sayısı 44 bini geçmiş…

Ve de son sözümdür bu arzuhalde;

Bu yerel seçimler sadece bir belediye seçimi, muhtar seçimi değildir.

Bu seçim;

Türkiye Cumhuriyetine, laik ve demokratik hukuk devletine, Anayasaya, çağdaş ve laik eğitime sahip çıkmaktır.

Devletin her kademesinde kadrolaşan tarikat ve cemaatlere dur demektir.

Türkiye Cumhuriyetini siyasal İslam teorisi ile şeriat ve hilafet rejimine döndürmek isteyenlere dur demektir.

Ümmete değil millete, otokrat sisteme değil parlamenter sisteme, bölünmez bütünlüğümüze sahip çıkmaktır.

Çocuklarımıza ve torunlarımıza aydınlık, çağdaş yarınlar için son çıkışlardan biridir. Yön ve taraf iyi tayin edilmelidir.

Sağlıcakla kalın…                                            15.03.2024

Leave a comment »

OKUDUKLARIM/KASİYER

KASİYER

Sayaka Murata

Karşıyaka Belediyesi Kitap Kulübünde yönlendirici Funda Sakaoğlu Ermek’in seçtiği Mart ayının kitabı Japon edebiyatından yazar Sayaka Murata’nın eseri “Kasiyer”.

Öncelikle şunu belirteyim ki; sadece kitap okumak ile kitap kulübünde kitap okumak ve sonunda bir yönlendirici ile değerlendirmek çok farklı. Katılımcıların değerlendirmeleri ve yönlendiricinin açıklamalarını dinledikçe acaba ben başka bir kitabı mı okudum duygusuna kapılıyorsunuz. Bu her kitap için olmasa da farklı düşünceler ve değerlendirmeler kitap hakkında okuru daha bilinçli kılıyor. İşte bu kitaplardan biri bu Kasiyer. Kitabın ilk üç de birlik bölümüne kadar çok dikkatimi çekmeyen konular Kitap kulübünde konuşulmaya başlayınca acaba dedim hele bir de ‘anne karnı’, çocuk için ‘Araf’ benzetmesi yapılınca ve çocuğun karakteri üzerine psikolojik değerlendirmeler başlayınca, işte dedim ben bunun için kitap kulübündeyim… Kitap sadece edebi açıdan değil konusu, karakterleri ve toplumsal yapı ve yansımaları ile ortaya konulunca toplantı sonunda salondan dolu dolu ayrılıyorsunuz…

Japonya’da genç yazarlara verilen Gunzo Ödülü’nün sahibi olan Yazar Sayaka Murata 1979 doğumlu. Onuncu romanı olan Kasiyer,  Japonya’da 600 binin üzerinde satılırken 30 dan fazla dile çevrilmiş…

Kitabın tanıtım bölümünden:

“Lütfen, normal ol artık.”

Otuz altı yaşındaki Keiko Furukura, bir süpermarkette on sekiz yıldır kasiyerlik yapıyor. Kurallar basit: İşe zamanında geliyor, ürünleri raflara yerleştiriyor, müşterilere güler yüz gösteriyor. Müdürler değişiyor, çalışanlar değişiyor ama Keiko kasiyerliğe devam ediyor. Düzgün bir iş bulmasını, evlenmesini öğütleyenlerin sözüne kulak asmıyor. Derken bir gün…

 Yazarlığın yanı sıra yarı zamanlı kasiyerlik yapan Sayaka Murata, Kasiyer’de unutulmaz bir karakter yaratıyor. Aile, iş yeri, evlilik gibi kurumları masaya yatıran Murata, yarattığı karakter üzerinden topluma tek bir soru yöneltiyor:

“Başka bir arzunuz?”

Normal ve anormal, özgürlük ve bağımlılık, ben merkezci düşünce ve paylaşım, otorite ve karşı koyuş bu kavramlar kitapta kişiler üzerinde değerlendirilirken sosyal ortamda da yansımaları ortaya konuluyor. Kitabı okurken bu karakterlerden hangisisiniz bunu ortaya koyduğunuz da artık sizde market çalışanlarından birisiniz. Roman sadece market çalışanlarının hikayesi değil onların toplumda ki ilişkileri ve mesleklerine yansımaları ile ele alıyor ve okur bu yansımalardan kendi payına düşeni çıkarmaya sevk ediliyor. 

“Ben bir insandan çok bir market çalışanıyım. Sefaletin dibinde de yaşasam, bir sokak başında yığılıp öleceğimi de bilsem, bu gerçekten kaçamam. Hücrelerim yaşamını market için sürdürüyor.” Bu sözleri söyleyen “Furukura Hanım” markette 18 yıldır yarı zamanlı çalışan bir kadın özgürlüğünü markete bağışlamış bu bağış onu hayatta ki sorumluluklarından soyutlamış. Furukura Hanım’ın kardeşinin, ağlayarak; “ne zaman normal olacaksın abla” diye sorusu onu yıldırmıyor…

Derken bir gün;

Markette Şiraha adında oldukça tembel, modern-ilkel hayat karşılaştırması yapan kadınları sadece cinsel obje olarak gören bir erkek eleman çalışmaya başlıyor. İşte bu bu bölümle birlikte kitabın ikinci ve ilginç bölümü başlıyor… “Yaşadığımız dünya ilkel çağlardan hiç farklı değil. Köyün işine yaramayan insanlar silinir gider. Ava çıkmayan erkekler, çocuk doğurmayan kadınlar… Günümüz dünyasına bak. Sürekli bireyselliğe vurgu yapılır ama köye aidiyet göstermek istemeyen insanların yaşantılarına karışılır önce, sonra zorlamalar gelir, en sonundaysa köyden kovulurlar.”

“Normal dünya zorba bir yer, yabancı maddeler derhal sorgusuz yok edilir. Makul olmayan insanların mutlaka icabına bakılır”

“Bir şey tuhafsa, insanlar çamurlu ayaklarıyla girip o tuhaflığın nedenini çözme hakkını kendinde buluyor”

“Ömür boyu hiçbir şey yapmamak niyetindeyim nokta ömür boyu, ölene kadar, kimse bana karışmasın, ben sadece nefes alayım. Tek arzum bu.”

”Makul olmayan insanların mutlaka icabına bakılır …

”Yani, yaşamına karışan insanlardan nefret ediyorsun ve buna rağmen laf etmesinler diye yaşamını onlara göre belirleyeceksin”

”Her şey hıza bağlı olduğundan kafamı pek kullanmıyorum, içime işleyen kurallar vücudumu yönlendiriyor”

Bu kitap sadece market çalışanlarının hikayesi değil ancak tüm market çalışanlarının okuması gereken özellikle Japon disiplini ile bir market yönetimi, müşteri, çalışan ilişkileri konusunda ders alacakları konular olduğunu düşünüyorum.

Kısa zamanda okunabilecek bir kitap ama dikkatle ve düşünerek…

Kasiyer/Sayaka Murata/ Çeviri H. Can Erkin/Turkuaz Yayıncılık/126 sayfa/2019 10.03.2024

Leave a comment »